Miras Bırakanın Mirastan Mal Kaçırması Hakkında Bilgi Bülteni
- Giriş
Hukukumuzda miras bırakanın mirastan mal kaçırması hileli işlem olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde genellikle gayrimenkuller üzerinde yapılan bu tarz hileli işlemler,
- Miras bırakanın hiç ihtiyacı yokken gayrimenkullerini satmış gibi göstermesi ancak alıcının gayrimenkulü alacak mali gücünün bulunmaması,
- Bölgenin örf ve adeti sebebiyle genelde erkek çocuğun kız çocuktan üstün tutulması, yani gayrimenkulün erkek çocuğa bırakılması,
- Mal kaçırma amacı güden hileli işlemin ve devrin aracı kişi kullanmak suretiyle yakın tarih aralıklarında peş peşe gerçekleştirilmesi,
- Miras bırakanın az gayrimenkul satarak çok para elde etme imkânı varken çok mal satıp az para elde etmesi,
- Çok yaşlanmasına rağmen satış ihtiyacı hissetmeyen miras bırakanın ölümüne çok yakın tarihte birdenbire makul sebep olmadan gayrimenkulleri elinden çıkarması,
- Ekonomik anlamda darda bulunan mirasçının diğer mirasçılara oranla güçlendirilmesi,
gibi amaçlarla yapılmaktadır.
- Genel Olarak Mirastan Mal Kaçırma
Mirastan mal kaçırma durumunda taraflar, gizli işlemi, görünürdeki işlemi geçerli kılmak amacıyla gerçekleştirirler. Örneğin, bir miras bırakanın mirasçılarından mal kaçırmak için karşı taraf ile yaptığı bağışlama sözleşmesini bir satış sözleşmesiyle gizlemesi veya miras bırakanın gerçekte bağışladığı taşınmazı, ölünceye kadar bakım sözleşmesi düzenleyerek devretmesi gibi durumlarda mal kaçırmadan bahsedilir[1].
Diğer bir ifadeyle, miras bırakanın sağlında, saklı payı olsun olmasın mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakma amacıyla, mirasçılardan biriyle veya başka bir kişiyle hileli anlaşma yaparak danışıklı bir işlemle bir taşınmazını satış gibi gösterip gerçekte bağışlaması mirastan mal kaçırmayı oluşturur.
Belirtelim ki miras bırakanın saklı payı olan mirasçılarının bulunmaması veya harcama özgürlüğü sınırları içinde kazandırma yapmış olması, kazandırmanın başkasının hakkına zarar verme ortak amacıyla bilinçli iş birliğiyle gerçekleştirilmiş olması gerçeğini ortadan kaldırmaz.[2]
- Mirastan Mal Kaçırma Amacının İspatı
Mirastan mal kaçırma durumunda, temlikin geçersiz kabul edilmesi için belirli bir mirasçıya veyahut da mirasçılara mal devretme şart değildir. Herhangi bir mirasçıya mal devretmek de yeterlidir. Ayrıca, mirastan mal kaçırmanın varlığının kabul edilebilmesi için temliğin sadece mirasçıya yapılmış olması da şart değildir. Üçüncü bir kişiye yapılmış olan devir de mirastan mal kaçırma açısından incelenebilir ve bu durumda dava açılabilir.
Yani, miras bırakan, mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla doğrudan doğruya bir mirasçısına mal devri yapabileceği gibi, gelecekte oluşabilecek davalardan kurtulmak amacıyla bir aracı alıcı da kullanabilir. Başka bir deyişle, miras bırakan, malvarlığını doğrudan mirasçısına aktarmak yerine, öncelikle bir üçüncü kişiye devredip sonrasında mirasçısının bu kişiden devralmasını da sağlayabilir. Mirasçı, aracı alıcıdan özellikle taşınmazı devralırken, gerçekte bedel ödenmemesine rağmen tapuda satın alınmış gibi gösterilir[3].
Bu tarz hallerde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (“TMK”), 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK”) ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun ilgili hükümlerinde[4] belirtilen şekil koşullarına uymayan resmi bir sözleşmenin mal kaçırma sebebiyle geçersizdir. Ve miras hakkı zarar gören tüm mirasçılar, saklı pay sahibi olup olmadıklarına bakılmaksızın dava açarak, ilgili tapu kaydının iptalini talep edebilirler.[5] Öte yandan, mirasçı olan bir kişi, mirasın içinde bulunan ve geçersiz bir sözleşme ile resmen başkasına devredilen taşınmazın tapusunun iptali için dava açabilir. Bu davada hem hukuki yararı hem de açıkça hakkı bulunmaktadır[6].
Yani bir mirasçı, kendisine ait bir hakkı temsil eden bir nedenle işbu davayı ikame edebilir ve miras hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil talebinde bulunabilir. Unutulmamalıdır ki, bu tür bir davada mirasçı, payına düşen oranda tapu iptali ve tescil talep etme hakkına sahiptir.
Öte yandan TMK kapsamında[7] ölüm anından itibaren mirasçılık sıfatı kazanan kişiler, iptal davalarını iki sıfatla açabilirler:
- Mirasçı, külli halef sıfatıyla dava açtığında, bu durumda miras bırakanın ileri sürdüğü haklardan daha fazlasını talep edemez.
- Mirasçı, miras bırakanın külli halefi olarak değil, yukarıda belirtildiği gibi miras bırakanın yaptığı bir sözleşmenin miras haklarını zarara uğratmak veya mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ileri sürerek, kendisinin taraf olmadığı işlemin iptalini de talep edebilir.
Belirtelim ki mirastan mal kaçırmada kesin delille ispat yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bunun sebebi davacı mirasçılara karşı hileli işlem yapılmasıdır[8]. Belirtmek gerekir ki, mal kaçırmayı oluşturan işlemin hedefi olan mirasçıların yazılı belge elde edebilmeleri pekte mümkün değildir. Hayatın olağan akışına göre, hukuki işleme veya senede taraf olmayan üçüncü kişinin, hukuki ilişkinin dışında kalması ve hatta muvazaa işleminin sırf üçüncü kişinin aleyhine olması durumunda bile herhangi bir senet alabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle mirastan mal kaçırmada delil serbestisi mevcuttur.
- Sonuç
Mirastan mal kaçırma, mirasçıları zarara uğratmak amacıyla gerçekleştirilen hukuki işlemleri ifade eder. Bu durumda, miras bırakanın gerçek niyeti ve işlemlerin gerçekleştirme şekli önemlidir. Çünkü Yargıtay kararları ve yapılan tespitler, her durum için genel kurallar olarak kabul edilemez niteliktedir. Dolayısıyla her olay kendi özel koşullarıyla birlikte değerlendirilmelidir. Üçüncü kişiler, mal kaçırma iddiasını herhangi bir delille destekleyebilirler. Ancak, mal kaçırma iddiası özenle incelenmeli ve delillerin titizlikle sunulmalıdır.
Saygılarımızla,
Gülaç Hukuk Bürosu
[1] Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı: “...saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1.4.1974 günlü ikinci toplantısında oy çokluğuyla karar verildi...”
[2] Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun,16.03.1990 tarih ve 1989/1 E. 1990/2 K. sayılı İnançları Birleştirme Kararı
[3] Yargıtay 1.HD. 2014/1652 E. 2014/19594 K.
[4] Bkz: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 706, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 237, 2644 sayılı Tapu Kanunu madde 26
[5] ÖZUĞUR, Ali İhsan, s.542-543
[6] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 06.11.1996 tarih ve 1/596-737
[7] Bkz: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 580
[8] YHGK, 02.10.2002 Tarih ve 2002/6-618 E., 2002/659 K. sayılı ilamında; “Görünüşteki hukuki işlemin muvazaa nedeniyle geçersiz bulunduğu iddiası, hukuken korunması gereken bir hakkı bulunan üçüncü kişiler tarafından da ileri sürülebilir. Çünkü muvazaalı bir hukuki işlem ile üçüncü kişinin zarara uğratılması, ona karşı işlenmiş bir haksız fiil niteliğindedir. Somut olay yönünden önem taşıyan yön de budur. Görünüşteki işlemin geçerliliği ve ispatı bir şekle bağlı bulunsa bile, üçüncü kişiler muvazaa iddiasını tanık da dahil olmak üzere her türlü delille ispat edebilirler. Esasen üçüncü kişiye, tarafı olmadığı bir sözleşmedeki muvazaa olgusunu yazılı delille kanıtlama yükümü getirilmesine hukuken olanak da yoktur.”